''BU''
Her şey yazılmaz. Günlük gördüğün olayları, eylemleri, insanları bile
anlatırsın. Ama sürekli düşündüklerini yazamazsın. Bir seferde tek bir
düşünceye sahip olmakta bir o kadar imkansız. Bazı şeyler konuşulur
bazılarıysa çizilir. Bazılarını boyarsın bazıları saydam güzeldir. Hepsini
kendin çözümleyemeyeceğin gibi tanıdıklarından fikir alarak bir yere
gelemeyeceğin olgularla da sık sık karşılaşıyoruz. Debdebeli şeyler
yaşanmadığı için bazen düşünmeyi düşünürsün. Her zaman şaşalı
yazmak zorunda olmadığım gibi bana normal gelen, ya da daha doğrusu
''normal'' denen şeyleri anlatmak var. Mutlu olduğunda her gün odanın
kapısının yanında gördüğün tablo bir farklı güzel durur çünkü. Endişeli,
üzgünken daha iyi anlarsın ambulansın siren seslerini. Çok sevdiğin
nesnelerin bile öfkeliyken, tiksinmişken bir değeri kalmaz kırıp atasın gelir.
Bazen de yaşadıklarını, koşarak geçen insanları, öten bülbülleri yazarsın.
Bunu yapmaya başladığında çatala batmayan zeytinin yetiştiği ağacın
yapraklarının rengini hayal eder, her bir sinirden geçen iplik gibi dokuyu
sanki burnunun dibinde gibi hissedersin. Sırf büyüsün diye 30 yılın
emeğinin verildiği toprağı ancak ''Bunları'' düşünmeye değil yazmaya
başladığında anlar, zeytinin sadece zeytinden ibaret olduğu zamanları
dört kulak dört gözle ararsın.