31 Ocak 2025 Cuma

''BU''

                                         ''BU''

    Her şey yazılmaz. Günlük gördüğün olayları, eylemleri, insanları bile  

anlatırsın. Ama sürekli düşündüklerini yazamazsın. Bir seferde tek bir 

düşünceye sahip olmakta bir o kadar imkansız. Bazı şeyler konuşulur 

bazılarıysa çizilir. Bazılarını boyarsın bazıları saydam güzeldir. Hepsini

kendin çözümleyemeyeceğin gibi tanıdıklarından fikir alarak bir yere

gelemeyeceğin olgularla da sık sık karşılaşıyoruz. Debdebeli şeyler 

yaşanmadığı için bazen düşünmeyi düşünürsün. Her zaman şaşalı   

yazmak zorunda olmadığım gibi bana normal gelen, ya da daha doğrusu 

''normal'' denen şeyleri anlatmak var. Mutlu olduğunda her gün odanın 

kapısının yanında gördüğün tablo bir farklı güzel durur çünkü. Endişeli, 

üzgünken daha iyi anlarsın ambulansın siren seslerini. Çok sevdiğin 

nesnelerin bile öfkeliyken, tiksinmişken bir değeri kalmaz kırıp atasın gelir. 

Bazen de yaşadıklarını, koşarak geçen insanları, öten bülbülleri yazarsın. 

Bunu yapmaya başladığında çatala batmayan zeytinin yetiştiği ağacın 

yapraklarının rengini hayal eder, her bir sinirden geçen iplik gibi dokuyu 

sanki burnunun dibinde gibi hissedersin. Sırf büyüsün diye 30 yılın 

emeğinin verildiği toprağı ancak ''Bunları''  düşünmeye değil yazmaya 

başladığında anlar, zeytinin sadece zeytinden ibaret olduğu zamanları 

dört kulak dört gözle ararsın.                                 

24 Ocak 2025 Cuma

DÖRT

 

                                            DÖRT

Ölümünden sorumlu olduğu ordu müfrezesi karşısında kırsal bölgelerde elektrik gidince yakılan mumlar gibi dikiliyor. Hırçın bir köpek pantolonunun paçasından yakalıyor. Hırlaması bile ona kurşunların çarpışmasını hatırlatıyor. Hava yeni yeni karardığından bütün çiftçiler işlerini bitirip evlerine çekilmişler. Dışarıda başka kimse yok. Saat akşam dört ama orada hava erken kararıyor. Önündeki tünelin dört girişi ve dört çıkışı var. Karşısında bekleyen teğmenlerin önlerinde üsteğmenler, yüzbaşıları ve binbaşıları dikiliyor. Teğmenler haricinde her bir rütbeden tam dört kişi var. Öldüğünü, hatta kendi elleriyle gömdüğünü bildiği kişiler soluk mavi suratlarla karşısında bekliyorlar. Selam duruyor, bu tüneli beraber geçmek istiyorlar. Tekrar albaylarının emrine amade yaşamak istiyorlar. Ölmüş olabilirler ama bunu kabullenmek istemiyorlar. Çünkü cesurca ölmelerine rağmen hepsi yaşamanın katlanılacak bir şey değil zevk alınılacak bir şey olduğunu biliyor. Tekrar yaşamak istiyorlar. Pişmanlığı, albayın üstüne atılamayacak bir yük halinde biniyor. Elde edemediği ve koruyamadığı her şey paçasını yırtan köpek gibi oradan ayrılmamak üzere bekliyor. Ta ki o da şuursuzca yaşadığı hayatından ayrılıp eski günleri yâd etmek için onlara katılana kadar. Bir tek o kaldığı için mi mutsuz yoksa hiç kimse onunla kalmadığı için mi bilmiyor ve bu kadar bencil bir düşünceye sahip olduğu için sadece paçasını değil büsbütün bedenini köpeğin önüne atmak istiyor. Sonra kafasını bir kez daha kaldırıp o mahrum yüzlere bakınca yakınması gerekenin o olmadığının farkına varıp kendini doğrultuyor. Çünkü son yapması gereken bir şey olduğunu anlıyor. Çünkü müfrezedeki askerlerin seçildiği ana bölgedeki tünelin içinde duran 50 genç adamın öldüğüne inanmayacaklar. Çünkü yürüme mesafesinde gidebilecekleri evleri ve onları orada bekleyen sıcak aileleri var. 

-Halt! Esas duruş! Dördüncü müfreze üsse dönmüştür, zayiat yoktur!

+Beni dinleyin! Hepinizi anlıyorum. Ancak, dördüncü müfreze, bir kişi hariç tamamen imha edilmiştir! Hepiniz, çatışmalarda... Öldürüldünüz!

+Tek hayatta kalan ben, yüzlerinize bile bakamayacak kadar utanıyorum! Sizi ölüme sürükleyip, yolun yarısında size veda etmek zorunda kalan benim! Bu anlamsız savaşta, tüm sorumluluğu üstlendim ve buna rağmen sizi uğruna yas tutulacak genç şehitler haline getirdim. Gafil avlanarak, bir bir katledildiniz! İnkar edilemez seviyede gereksiz olan bu can kayıplarını geri alabilecek olsam, veya size katılabilecek olsam, ant içiyorum ki yapardım. Ölüm sahip olduğum pişmanlık için bir kurtuluş olurdu! Şimdi sizlere bakarken bile, aynı acıyı çekiyorum! Çektiğiniz acının daha büyük olduğunu bilmeme rağmen daha kendi acıma bile dayanamıyorum! Size ''kahraman'' diyorlar, ama hepiniz paçamı tutup bırakmayan başıboş köpekler gibi değersiz görülerek öldünüz. Bense o köpekten bile değersiz hissediyorum. Bu dünyada uğraşacağınız hiçbir şey, çözeceğiniz hiçbir sorun kalmamıştır! Yalvarıyorum ki geri dönün ve huzur içinde uyuyun.

+Dördüncü müfreze! Tünel yönünde, geriye dön! Uygun adım marş!





(Ünlü film yönetmeni ve yazarı Akira Kurosawa'nın ''Tünel'' adlı kısa filminden uyarlanmıştır, hikayede bir değişiklik yapılmamıştır)

17 Ocak 2025 Cuma

UMUT VE ÜMİT

(D.)                              Renkli Günler

Etkinlikler, sınavlar ve yeni bir okula geçmenin sebebiyle göz açıp kapayıncaya kadar okulun ilk dönemi bitti.  Yeni insanlarla tanışıp farklı şeyler denedim. Kendimi pek sosyal biri olarak tanımlar mıyım bilmiyorum çünkü en sevdiğim insanlarla bile hiçbir şey yapmadan varlıklarının orada olduğunu bilerek yaşamak  hep bir curcuna içinde olmaktan daha rahat geliyor bana. Zaten bir gün hiçbirimiz kalmayacağız hayatımda belli bir rengi temsil eden insanları düşüneyim bari biraz. Ben mi ? Ben sarıyım. Öyle en sevdiğim renk olduğundan değil yeşili daha çok severim. Ama bunu yazdığım saatte dışarı bakıp gölgemi duvara yansıtan batmak ile batmamak arasında bir ikilemde gibi duran şu benim gibi sararmış güneşi görünce başka bir renk olduğumu düşünemiyorum. Uzun lafın kısası bu dönem de güneşin batışı gibi geçti. Bazı insanlar veya isteklerim güneşle batarken yeni insanlar ve hayallerim aynı hızla doğdu. O yüzden bu seferlik kısa kesiyorum. Doğarken izlenecek çok güneş ve siyahıyla beyazıyla yaşanacak rengarenk günler var daha. 


11 Ocak 2025 Cumartesi

ADAM

              

                                          ''Adam''

''Sarhoş bir adam vardı. 70'lerin sonunda göçüp gitmiş. Evli bile değilmiş, filhakika tek bir kadın uğruna yaşamış bir adamdı.''


Bir sabaha kendini unutmuş halde uyandı ve avanak avanak dolandı eskimiş otel odasında. Etrafa saçılmış kıyafetlerini tek tek topladı. Servisi çağırmaya yaradığına bin şahit gereken acil durum düğmesinin hemen yanında iki çift yeşil yılan derisi ayakkabı buldu ve ayağına geçirdi. Tabii ki komik duruyordu ama hiçbir şey giydiği pullu kot pantolonun altında göz alıcı duramazdı. Yıpranmış ve çeşitli ne olduğu belirsiz sıvılarla bir ahenk oluşturmuş beyaz atletinin üzerine muhtemelen karakoldan çaldığı gri bir palto geçirdi, atletinin iğrençliğine duyduğu azaptan mıdır yoksa kendini yüksek kalitede bir insan olarak gördüğünden midir bilinmez bir kravatı olması gerektiğini düşündü. Üçüncü seçenek olarak bile gitmeyeceğiniz otel odasındaki resmen hor görülmüş koltuğun arkasında değildi. Etrafta yastıklar olsaydı altına bakardı ama otel odası o kadar lüks olmadığı için altına bakacak yastık yoktu. Tam ne zamandan kaldığını bilmediği yorgunluğuyla yukarı bakıp iç çekecekken tavan vantilatörüne takılmış korkunç bir kravat gördü. Rezalet içindeydi ve tamamen ayık olmasa bile kravatta kusmuk izleri olduğuna emindi. O kravatı almadı. İkinci kattaki otel odasından dışarı baktı, camlar açılmıyordu ama bir cam kırıktı. Aşağıda ona bağırıp küfürler savuran insanlar gördü ama duyabilecek  kadar kendinde değildi. İçeri gidip yüzünü yıkamaya çalıştı ki buğuyla kaplı camı gördü. Paltosunun tersiyle hafifçe sildi ve seyrek sakallı, uzun bıyıklı,  saçlarının önü dökülmüş kan revan içinde çirkin bir adam gördü. İçindeki denizi yansıtan bu yüz onun hoşuna gitmişti. Aynada sarışın, yakışıklı, mavi gözlü bir adam görseydi muhtemelen öyle bir vücuda zulüm ettiği için kendini affedemezdi. 

(1/∞)


Adam bunların hepsini uzun uzun yaşadı ve daha uzun süre boyunca da eylemlerini gözleriyle süze süze bitiremeyecekti. Ağızı uyuşuktu. Yeri gelince adını öğrenecek, otel odasına borcunu ödeyecek, önceden beden eğitimi dersi veren bir akademisyen olduğunu bu yüzden ortalamanın üstünde bir kol gücüyle işleri çözebildiği için dedektif olduğunu öğrenecekti. Yaşlı tekerlekli sandalyedeki kadının eşinin komşu ülkede amfibi fosillerini inceleyen bir adam olduğunu öğrenecekti. 72. polis karakolundan ırkçılığa uğramış tekinsiz, herkese şüpheyle yaklaşan gözlüklü bir dost edinecekti. Yeri gelince tekrar alkol krizleriyle uğraşacak ama eninde sonunda kendini bundan uzaklaştırıp bahçedeki asılı ceset vakasından onun sorumlu olduğunu ve faili bulması gerektiğini de öğrenecekti. Araba izlerinin aslında onun alkollü olduğu zamanlardan bir şey olduğunu öğrenip bazen gülecekti. Bazen 12 Kız Kardeş'in anlatıldığı şarkıyı ağır ve toz bağlamış gırtlağından çıkan tok ses ile söyleyecekti. Maaş isteyen kesimin yaptığı protestoya el atmaya çalışıp iki taraftan da dışlanacak, şiirsel bir tavırla yaşayan adamın hikayesini öğrenip yaşlı kadının arkadaşının huzurla ölmesine yardım edecekti. Bağımlılık yapıcı maddeler sebebiyle tüm ailesini terk eden babasına taşıdığı öfkeyi herkese yansıtan ama bunu mizahi bir tavırla yapan çocuğa bir amaç verecekti. Sanatın engellendiği yerde duvarları ve yerleri boyayan kafatası maskeli küçük kız ve çetesine sanatın hırçınlık ve intikam olmadığını anlatacaktı. Daha eleştirel yaklaşıp hükümet tarafından susturulan adamın arkadaşının yalnızlığına çare bulacaktı. Herkesi yıkıp bitiren toplumun yük gemilerinin çalışanıyla bir anlaşmaya varacaktı. Cesedi saklayanların bunu genç bir kızı kurtarmak için yaptığını öğrenecek ve kızın çevresinden şüphelenecekti. Amatör kimyagerin çalışmasıyla şüpheliyi bulacak ve ona yaşamak için bir umut verecekti. Şayet şüpheli o kadın olsaydı bile içi rahat olacaktı ki o değildi. Öldürülen adam pis bir adamdı, sokakta görünce yolunuzu değiştireceğiniz biriydi. O yüzden içten içe ben mi yaptım diye düşünecekti. Suçluyu etrafı kapalı bir adada bulacak ve tamamen kıskançlıktan yaptığını öğrenecekti. Kaçmayıp avukatlık bürosunun kara kuvvetiyle yaptığı ufak çatışmadan gurur duyacaktı çünkü haklıydı. Çocuğuna ticareti öğreten ama bunu geleceğini silerek yapan bir babayı onurlandıracak kadar güzel bir konuşmayla çocuğun geleceğini kurtaracaktı. İki küçük yetim çocuğa yardım edemeyecek ve yeri gelince kayıplara da tanık olacaktı. Kendini bir gece karamsarlık içinde bulacak ve çocuklarını kurtaramadığı kadından çağa bedel bir özür dileyecekti. Bunları yaşayıp işe tekrar kimlikle atanıp işini laikiyle yapan bir adam haline gelecekti ve bunları günlüklerinde dillendirecekti. Bunu o yapacaktı zaten, benim yapmama gerek yoktu. Çatışmadaki yaralanmalarından ardından yazılan o yazı, ona ölümüne zincirlendiği kadını hatırlatacaktı. ''Un jour je serai de retour, pres de toi''. Bir gün yine senin yanına döneceğim. Klisede gördüğü Meryem Ana'yı rüyasında terk edildiği kadın olarak görecekti. Çünkü bu kadın onun için her şeyin başlangıcıydı. Daha iyi bir insan olmaya çalışmasının sebebiydi. Daha bilindik ve onurlu bir adam olmasının çabasının tek suçlusu bu kadındı. Kadın suçluydu çünkü adama hiçbir zaman onu böyle sevdiğini söylemedi. En sonunda adam kadını kaybetti. Kadın hala uzakta bir yerdeydi ama onunla olmadığını bilmek adamı ne kadar insanı kurtarırsa kurtarsın yiyip bitirecekti. Bu hikayede kimsenin adı yok. Çünkü bir kişi, herkestir ve bir kişi bir çok kişiyi yansıtabilir. Keza bu hikaye de bir hikaye değildir. Çünkü hikayelerde sonuç vardır. Buysa daha çok ''gerçek'' olabilir. Tüm bunları yaşayan adam bir hafta içinde belki de bir bebeğin ya da sıradan bir çalışanın deneyimleyeceğinden fazla şeye tanık olmuştu. Ama bir sona tanık olmamıştı. Ölünce bile, tüm olayların ve anlatılmayanın sonunda ölünce bile bu adam bir sona ulaşmamıştır. Heykeli yoktu, heykel yüzünden olmasa da anlatıla anlatıla insanların ağzından düşmeyen bir adam olmuştur. Manidar olan ise kimse bu adamın ismini bilmez. Aynı adamın o uyandığı sabah gibi. Bazen bilmeyenler hikayeyi yorumlayarak uzatır, bazense bilenler kısaltır. Yaş aynı yaş, adam aynı adam, olanlar aynı olaylar. Dinleyen farklı, anlatan farklı...

(2/∞)




(Bir hikaye değildir.)

3 Ocak 2025 Cuma

İNSAN

 


                                             İnsan

        Uzun uzun değil de aklımda ne varsa çalakalem onu yazacağım.

 Malum her konuşulan her şeyin içinde insan olduğundan pek farklı

 bir şey de yazmıyorum. Sadece alelacele yaşamanın nasıl herkesi

 yıprattığını kendi ailemde de olsun görüyorum. Belki üst sınıf alt

 sınıf diye çoktan ayrıldığımız için biz daha koşuşturma içinde bir

 hayat yaşıyoruz ama bu bunu kabul etmemiz gerektiği anlamına 

 gelmiyor. Hastayken de, sağlıklıyken de, sağken de, hatta öldükten

 sonra bile üzerine konuşup mutlu olduğumuz, hüzünlendiğimiz.

 insanlar var. Yaşıyor olduğumuz sürece yaşadığımızdan çok diğer

 her şey hakkında fazlasıyla endişeleniyoruz. Hala insanken, hala

 önceden olduğumuz kişiden kalıntılar taşıyorken, yaşlansak bile

 kırışıklıklarımızda anılar yaşatıyorken... Daha ne kadar güleceğimizi

 düşünmek yerine, önce ellerimize sonra yanımızdakilere bakıp hiçbir

 şey yapmadığımız zamanlarda bile bilincimizde yetişen bir tohum 

 olduğunu unutmamalıyız. Biz farkında olmasak bile büyüyen bir

 ''İnsan Tohumu''. Kafamızı kaldırıp yere bakmayı mı yoksa gökyüzüne

 bakmayı mı tercih ettiğimize kafa yormayan, kendi halinde gelişen 

 bir tohum. Hızla filizlenip bir ağaca dönüşüyor ve gittikçe güçlenip

 gökyüzünün en derinine saplanıyor. İnsandan oluşan meyvelerini 

 taşıyan ağır dallar yıldızlara uzanıyor. Sanki orada da biri var gibi.

2025

  Hemen anlatmak istediğim şeyin içine girmek istemiyorum. Biraz soluk almanıza müsaade etmem gerek. Öncelikle 2025 hakkında genel bir şeyle...