Çalıkuşu
-Başlangıç-
Tartışmayı seven bir insan olduğumu daha önce bir çok kez ifade etmiştim, ancak
bir eser için daha önce yazılı bir eleştiri yapmadım. Ama bir eser deneyim eden bir
kişi olarak tabii ki değinmek istediğim bir çift şey var.
Öncelikle Çalıkuşu'nun hikayesinden giriş yapacağım. En nihayetinde 1911'de ilk
kez başladığı, asıl tarzı olan tiyatro yazarlığından, roman haline getirdiği ilk kitabı
Çalıkuşu'nu yazarken günlükler yardımıyla geçmişe dönük anlatım şeklinde sık sık
direkt diyalog tekniğinden yararlandığını görüyoruz. Yaşadığı dönemin ideallerine
ışık tutan bir ''kadın öğretmen'' algısı yerleştirmesi, fiziksel güzelliğin nazik bir zihinde
nasıl dedikodu konusuna dönüşüp kişiyi yıpratabileceğinden olağanüstü şekilde
bahsetmiştir.
Benim fikrimce yazar hem ana karakterimiz Feride'yi bir karaktere bağlamak,
hem de kimseye bağlanmamasını istiyor. Bunun kurgusunu Feride'ye dayanacak pek
insan bırakmayarak yapıyor. Kamuran tarafından gördüğü ihanetten, Hayrullah Bey
ile tanışana kadar olan kısım içerisinde hep etrafındaki kişilere rağmen Feride'yi yalnız
buluyoruz. Ona olgunluk katacak olaylar ile karşılaşıyor. Eski ''Çalıkuşu'' lakabı onu
pek rahatsız etmezken yeni gittiği yerlerde ona önyargı ile takılan ''İpekböceği ve
Gülbeşeker'' isimlerinin ne kadar asılsızca ve arlanmazca olduğunu fark ediyoruz.
Burada da bir toplum eleştirisinden söz edebiliriz. Eserin güçlü yanlarından biri de
karakterimizin psikolojisine odaklanıyormuş gibi görünmesine rağmen asıl ele aldığı
şeyin bizler olmasıdır. Sıkça aşağılanmalarla ve eserin devamına iftiralarla karşı
karşıya kalan Feride üzerinden aslında ne kadar acımasız bir sosyal hiyerarşi
içerisinde var olduğumuz belirtiliyor.
-Sevdiğim Bir Kaç Yer-
İşlerin kızıştığı önemli yerlerden, özellikle beni etkileyen yönlerinden bahsetmem de
gerek elbette. Öncelikle Kamuran'ın mektuplarında kullandığı dile ağır bir şekilde
gönderme yaparak net bir şekilde öfkesini belirttiği sahne aslında gözünün hiçbir şey
görmediğini, öfkenin sevdiğimiz bir insan üzerinde nasıl birikebildiğini vurguluyor.
İkinci olarak, Feride'nin Hayrullah Bey ile olan baba kız ilişkisinin, Hayrullah Bey'in
Kamuran'a gönderdiği mektup ile tamamlandığı sahneden önce Hayrullah Bey'in
Feride ile evlenmesini, ardından istemsizce evli bir kadın gibi hissederek Hayrullah
Bey'in odasında beklemesi karakterin iç dünyasını detaylı bir şekilde anlatıyor. Bunun
devamında Hayrullah Bey'in mizacı ile oluşan mizahi ortam bu sahneyi gözlerimizin
önünde canlandırabilir derecede gerçek yapıyor. Bunun da Reşat Nuri Güntekin'in
önceden yaptığı tiyatro yazarlığı tecrübesinden kaynaklandığını düşünüyorum. En
son olarak da Kamuran ve Feride'nin uzun zaman sonra buluştuğu sahnede Feride'nin
ısrarla Kamuran'a ''Gülbeşekeri seviyorum'' dedirtmek istemesiyle beraber yazarın
sevginin biçimini gayet güzel bir şekilde tasvir ettiğini görüyoruz. Aslında olduğundan
daha düşünmeye müsait olan bu kısımda Feride'nin lakabının Kamuran tarafından
bilinmemesi ve dolayısıyla neden Feride'nin böyle bir şeyi ısrar ettiğini bilmeden
kabul etmesi, sevdiği kişiyi aslında ne kadar özlediğini bencil ama tatlı bir şekilde
ağızından laf alarak göstermesi ve bunun Kamuran tarafından fark edilmemesi
sayesinde serbestçe bunu isteyebilmesinden kaynaklanıyor. Her ne kadar ortaya
koyduğu güçlü bir kadın karakteri olsa da, karşılaştığı ihanet nedeniyle ortaya
koyduğu bir tavır olsa da Feride'nin sevdiği bir insan ile konuştuğunu ve her şeye
rağmen güzel anlar geçirmiş olmaları nedeniyle bu bağı özlediğini görüyoruz. Zaten
kitabın o civardaki bölümlerinde beraber rüzgar içinde yürüdükleri sahnede bile
aslında sinir bozucu olabilecek bir şeyden ne kadar eğlendiklerini görebiliyoruz.
-Munise'nin Ölümü-
Şimdi ise beğendiğim kısımların yanında beni en çok etkileyen ve Çalıkuşu kitabını
okumak için bir sebep isteyen insanlara söyleyeceğim yer haline gelen bu kısımdır.
Feride'nin yalnızlığına süreli bir duraklama getiren bu karakter, Feride'nin canından
kıymetli bulduğu bu küçük kız karakterin hikayedeki yeri yaşından kat ve kat büyük.
İsminin anlamıyla örtüştüğünü düşündüğüm bir işleve sahip olan bu karakter -hayat
yoldaşı- Feride'nin karakter gelişiminin had safhaya ulaşmasına vesile olmuştur. Ama
bu karakterin en önemli olan ölüm sahnesini sevmemin sebebi açıkça Feride'ye katkısı
olması değil. Bir insanın öldüğünü gördüm, ölmek nasıl bir şey bilmiyorum ama ölüm
nasıl bir şey az çok haberim var. O yüzden bundan korkmak herkesin en büyük hakkı.
Beni içine alan şey ise bu sefer bu ölümün betimlenişinin yazarın ölüm terimi hakkında
ne düşündüğüyle muhtemel entegre edilişidir. Ölüm her zaman bağırmak gibi olmuyor,
hissedilen ağrılar her zaman çatık kaşlarla anlatılmıyor, bazen hastane odasındaki dört
bir yana saçılmış tedavi aletlerinden anlaşılıyor durumun ağırlığı. Birini kaybetmenin
acısı bazen o kişiyi tüm nefesimizle geri çağırarak oluyor, bazense hayatta kalan bir
başkasına tutunma ihtiyacı duyuyoruz. Ne olursa olsun, seçimlerimiz doğrultusunda
veya değil, hepimiz öleceğiz. Yazarın tam olarak bu cümleler hakkında bir kaç fikri
olduğuna hemfikirim. Bazen sadece yaşadığımızın farkında olmak için yaptığımız
eylemler oluyor, yazar ise burada bunu eleştiriyor. Çılgınlık yapmaya zamanı olmadan
bir kelebeğin kanat çırpışından düşük seslerle solabiliyor bazen insanlar. Akşam güneş
batarken bazılarının kalp atışları onunla yarışıyor. Yatakta duran cansız beden adeta
Tanrı'nın bir şovu gibi görünüyor. ''Korkmayın, çünkü oğul, uşak, makam, şöhret neye
sahipseniz burada onun bir önemi kalmayacak.'' der gibi. Böyle olması iyi, çünkü
düşmüş yüzlerdeki ahenk bir çırpıda anlaşılıyor. Var olmanın güzelliği var o odada.
-Son Eleştiri ve Bitiriş-
Son kısmı kendime uygun şekilde bitirmek istiyorum. Zaten az çok bu bir eleştiri
olmaktan çıktı değil mi ? Bu kitapta değiştirmek istediğim tonlarca şey yok, bir kaç
diyaloğa eklemeler yapabilir, veya karakterlere eklemeler yaparak başka bir hikaye
kurgulardım. Ama işte bütünlüğü bozmanın karşılığında oluşturacağım hikayede
sadece bu romanda geçen karakterlerin var olması hikayeyi benim yapmazdı. Benim
düşüncem bu yönde, bir özgüven ve hırsım var. İlgim de olduğu için gördüklerim ve
bildiklerime göre kendi eserlerimi yaratmak isterim, -aynı düzeyde ses getirmese bile-
fakat bildiğim bir şey varsa o da yazılan şeylerin karmaşasıdır. Her eser, her kitap
yüzlerce farklı sayfadan oluşuyor. O sayfalar da binlerce farklı sayfalardan yazılıyor.
Demek istediğim şey kimsenin yazdığı şey başka herhangi bir eserle aynı olmayacak.
O yüzden eseri olduğu gibi kabullenerek, belki de yazarın istediği şekilde sevmediğimiz
karakterleri sevmememiz gerek. Hakikat ne olursa olsun bazı yönleriyle küçük kelime
grupları bile şekilden şekile girerek o esere karşı sahip olduğumuz vefayı oluşturuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder