30 Mayıs 2025 Cuma

Yaşamın Musluğu

                                              

Deniz, benim adım Deniz. 15 yaşındayım ve bir abim var. İsmimi  de bana abim vermiş11 Şubat 2010'da Tekirdağ'da doğdum. Öncelikle tekrar tekrar bahsetmemek için özet geçeceğim, başkalarını  dinleyip onların hayatları hakkında bir şeyler öğrenmeyi sevdiğim kadar kendimi de anlatmayı seviyorum. Bu yüzden madem kendimi anlatma fırsatı bulduğum bir yazı yazacağım, bunu layıkıyla yapmam gerek. Duvarın dışındakileri anlatmayı severim, bir eserin ortaya çıkmadan önce kaç kere silindiğini, nelerin çıkartılıp nelerin eklendiğini düşünmeyi severim. O yüzden bu yazıyı 5. yazışım olduğunu söyleyerek başlayacağım. Ben de lahza, daha mücerret bir yazı yazacağım. Hangi okullarda öğrencilik yaptığım gibi şeylerden ziyade gerçekten kendimden bahsedeceğim. Küçüklüğümden beri hayali ürünler ve sembolik içerikli şeyleri deneyim etmekten zevk aldım. Arkadaşlarım vardı ama zamanının çoğunu yalnız geçiren biri ister istemez vakit geçirmek için bir şeye yöneliyor. Ben hayal kuran biriyim. Belki bu zamana kadar yazdığım şeylerin hepsi böyle şekillendi. Bir tavşanın göbeği, yeşil balinalar, pembe bir timsah ve gökyüzüne saplanmış milyarlarca fener. Absürt değil mi? İnsanlar test ettiği duyguların biçimini oluşturur. Benim içinse istisnai bir durum yaşanmış olabilir. Kendimi bildim bileli her şeyin olduğundan farklı olmasını hayal ederim. Böylesi yanlış olduğu için değil -mavi bir gökyüzüyle herhangi bir sorunum yok- beni meraklandıran şey gökyüzünün bundan ibaret olmadığı bir gerçek. Bu tarz şeyler düşünmek, kendimle harcayacak çok fazla zamanım olması gibi şeyler beni çocuk gibi yaşamayı seven bir insan olmaya itti. Bununla iktifa etmenin beni delirteceğini anladığım zaman bir senaryo yazarı olmak istedim. Benim yazdığım karakterlerin, benim yarattığım dünyaların canlandığı filmler istiyorum. Başkalarının benim ne düşündüğümü, ne düşünüp de böyle ilginç filmler ortaya çıkardığımı tartışmasını istiyorum. Yorumlar istiyorum. Yargılanmak ve bir kez bile olsa küçük bir kirazı anlatmak istiyorum. Aslına bakarsanız bir sürü farklı özelliği var, kırmızı veya yeşil, büyük veya küçük, diğer saptaki kiraza yapışık veya değil, sert veya yumuşak... Bir kiraz kadar basit bir şeyin bile unutulmaya yüz tutmasını istemiyorum. Mükemmelliğin sıradanlığını fark ettiğinizde gözünüzü kapattığınızda gördüğünüz şeylere daha çok ilgi duyuyorsunuz. Anlatmak istediklerimin doğru bir şekilde anlaşılması için bunu defalarca yazdığımı söyledim. Ben de herkes gibi düşünüyorum. Farklı bir dünyayı oluşturan farklı kümeler var ve ben çok azını tanıyorum. Hatta onlar bile kendilerini tanımıyor. Daha sık ölümü düşünmeye başladığınızda ya daha korkak bir adama dönüşür ya da daha sofistike, alçak bir hayalperest olursunuz. Kendimi belli bir ana rapt etmek istediğim o kadar fazla an oldu ki. Ve ben 15 yaşında biriyim. 15 yıl, yaş olarak bakıldığında küçük ama insan ömrünün 70 civarı olduğunu düşünürsek yolun dörtte biri gidilmiş değil mi? Birkaç yılın daha bana ne getireceğini bilmeden, ne zaman öleceğimi bilmeden düşünmek beni mutlu ediyor. Hayatın uykunuz geldiğinde uykuya dalmanız kadar hızlı geçtiğini unutmayın. Ben ihtiyatsız bir gevezeyim. Hele ki konu bir insanın aptallığı olduğunda. Bu kendim için de geçerli. Hayatımın en büyük dönüm noktalarından biri geçen sene yaşandı. Bir araba kazası geçirdim ve muhtemelen bu benim ölüme en yaklaştığım andı. Doğal olarak hayata tutunmaya çalışmanın nasıl bir şey olduğunu fark ettim. Korktum, en ilkel duyguyu tattım. Bununla birlikte her şeyin ne kadar geçici olduğunu anladım. Artık yaşama önem veren şeyin farkındayım. Eğer bilmedikleri bir insan hakkında bilgi edinmek istiyorlarsa insanlar, önce o insanın fikirlerini telakki etmeli. Ben çocuğum. Öyle metafor olarak değil, resmiyette ben 15 yaşında bir çocuğum. Çocuk olduğundan bile utanacak düzeyde düşüncelere sahip insanlar beni üzüyor. Sevdiğim bir insanı bir saniye bile daha görecek miyim bilmiyorum. Daha önce de söyledim, bir saniye öncesi bir milyar yıldan daha uzakta. Bir saniye önce yapamadığım bir şey için üzülmek istemiyorum. Elimi geçmişe değil ileri doğru uzatmak ve bu yazıyı soyut bitirmek istiyorum. Bu yazının ne doğru düzgün anlattığı bir insan var ne de bir hikayesi. Sadece oturup yazmaya karar verdiğim bir yazı. Ama belki yıllar sonra birinin ihtiyaç duyduğu bir şeye dönüşür. İyi olun, iyi kalın. Görüşeceğiz.

15 Mayıs 2025 Perşembe

Anneme

                                    Anne Ne Yaptın?

Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı?
Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim?
Senden istemiyordum ne tacı ne sarayı
Karnında yaşıyordum kafiydi saadetim.

Bir kere doğurdunsa sonra niçin büyüttün?
Kundakta beşikte de bir zahmetim mi vardı?
Koynundan niçin attın yavrunu bütün bütün.
Bilmiyor muydun ki o yalnızlıktan korkardı?

Sütünden tatlı mıdır anne sanki bu hayat?
Bana sorsana anne yaşamak bir hüner mi?
El aç yalvar gündüze geceye boyun uzat
Bu uğurda bir ömür çürütmeye değer mi?

Karnında yaşıyordum kafiydi saadetim
Anne istemiyordum ne tacı ne sarayı
Anne karnında fazla yaramazlık mı ettim?
Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı?
                                                                                                -Cahit Sıtkı Tarancı 

 

   Bu yazıyı anneme yazıyorum. Sevdiğim insanlarla onları ne kadar sevdiğim hakkında konuşmuyorum. Sinir bozucu derecede çocukça ama herhalde insanlar çocuk olmayı bıraktığını düşündükten sonra sözde ''zayıf'' görünmek istemiyorlar. Özellikle de saygı duyduğu insanlara karşı bunun var olması mümkün. Ama bugün maalesef anlatacağım şey bu değil ve hala nasıl yazacağım konusunda düşünmek için bunları zırvalayarak zaman kazanmaya çalışıyorum. Ama merak etmeyin, yazacağım. Benim bir annem var. Beni bütün hayatım boyunca büyütmesine rağmen nasıl biri olduğunu daha yeni yeni öğreniyorum. Bu tanıştığım insanların hepsi için hemen hemen geçerli bir şeydi ama bu kadar yakın olduğum bir insanı bile ne kadar az tanıdığımı fark ettiğimde çok daha büyük bir şey fark ettim. Var olmamın sebebi olan bir insan var. Çok, çok az tanıdığım ama benim hakkımda da bir o kadar çok şey bilen biri. İlk özlediğim, ilk uğruna ağladığım kişi. Müteessir olmasından gerçekten korktuğum, mutlu görmek istediğim bir kişi. Bunu ona söyleyince anlaşılıyor muyum bilmiyorum. Ama annemi çok seviyorum. Bu yazıya üzücü gelecek bir şiirle başladıysam özür dilerim. Sadece bir insan yetiştirmeye karar vermenin ne kadar ağır bir yük olduğunu bildiğimi anlatmak istedim. Herkesin ailesiyle bağları güçlü değil. Canınız istediğinde sarılabilecek kadar yakın olmadığınız bir anne, evlat ilişkisi nasıl bilmiyorum ve bilmek istemiyorum. Annem beni doğurduğu için yaşıyorum ve hayat o kadar ilgi çekici değil bunu da biliyorum. Ama zaten ilgi çekici olmasının gerektiğini düşünmek bencilce diye düşünüyorum. Hayatı ciddiye almayın, çünkü göçüp gittiğinizde elinizde bu hayattan kalan hayati hiçbir şey olmayacak. Ben bir gün daha yaşamak istiyorum çünkü yarın ne olacak merak ediyorum. Hayat bu kadar basit,  birkaç dakika daha yaşarsam neler görürdüm, neler deneyim ederdim, nasıl insanlarla tanışırdım diye düşünmekten bile mutlu oluyorum. Ama bu yazının konusu olan annemi devamlı olarak yorulmuş ve sinirlenmeye değmeyecek insanlara sinirlenirken görüyorum. O, kendi ailesi hakkında ne düşünüyor bilmiyorum. Bana anlattığı kadarıyla ve kendi görüşümle aile ilişkileri göründüğünden çok daha karmaşık. İşte tam da bu yüzden ben de affetmek ve en çok da affedilmek istiyorum. Yapmak istediğim bir şeyi yapmadığım için kendime kızmak istemiyorum. Zaman herkes için aynı ilerliyor olsa bile kendimi zamanı suçlarken buluyorum. Hemen geçsin istediğim kalp kırıcı anlar kadar zamanın durup en azından bir asır boyunca ilerlememesini istediğim anlar yaşanıyor. Böyle sadece bana ait serairle dolu anlar yaşayabilmeme sebep olan bir aileye küstahlık edemem. O kadar fazla şey düşünüyorum ki bir şey yazarken  diğerler düşüncelerimin hepsi ölüyor, beni anlamanızın tek yolu ya da  benim size kendimi anlatmamın tek yolu bir şekilde ben olup her şeyi nasıl gördüğümü bilmekten geçiyor. En çok da birilerine sinirlendiğimde hayat çok güzel gelmeye başlıyor. Öfkemin yerini yavaş yavaş hayranlık aldığında, bir gün benim de öleceğimin korkusu bedenime hakim olurken korkularımın yerini  yaşanmışlığın getirdiği sevgi alıyor. Hiçbir şey hissetmediğimde, hiç kimseye bir kinim kalmadığında uçan bir böceğe veya ağaç yapraklarına bakınca ne düşünüyorsunuz zerre fikrim yok. Bu yazının merkezi benim, anlattığı şey benim, bunu anladığımı düşündüğüm için için genelde soyut şeylerden bahsederek yazımı anlamayı zorlaştırmak istiyorum. Hemen anlaşılmak istemiyorum. Buraya ''sözler'' değil ''ibareler'' yazmak istiyorum. Anlamak istiyorum.  Daha çok bilmek ve değerlendirmek istiyorum. Yazımın ana temasının benle hiçbir alakası yokken bile açgözlü bir canavar gibi kendi düşüncelerimi yayarken buluyorum. Arada bir gerçekten ne kadar da az şey bildiğimi düşündüğüm oluyor. Bu yüzden anlaşılmaktan önce anlamak istiyorum. İnsan görmeyi seviyorum. Her zaman değil, ama sevmediğim insanların bile ne için bir güne daha uyandıklarını bilmek istiyorum. Bilmek, yazmak, görmek, konuşmak, duymak, yemek yemek, uyumak, büyümek ama aynı zamanda hep genç kalmak, ölmemek, sevmek ve sevilmek istiyorum. Tanınmak ve anlaşılmak değil tanımak ve anlamak istiyorum. Bir gün daha yaşamak, bugünün ne getireceğine boyun eğmek istiyorum. Şu an çok ferah hissediyorum. Aç hissediyorum, övülmek için bir açlık değil. Bu hisleri daha ne kadar hissedebileceğim hakkında bir merak beni acıktırıyor. Nasıl bir insan gibi görünüyorum asla bilemeyeceğim. Biri bana detaylıca benim hakkındaki görüşlerini anlatmadıkça bilemeyeceğim. Kimi kandırıyorum ki ? Muhtemelen biri bana beni en ince ayrıntıma kadar anlatsa bile reddedip gözden kaçırdığı bir kaç nokta olduğunu düşüneceğim. Hata yapmak istiyorum, bu bloğu annem okusa bile insan olduğumu hatırlaması için bir kaç yerde boş sözler söylediğimi düşünmesini  istiyorum. Çünkü gerçeğin aramızdaki samimiyet olmadan aktarılamayacağını ve bir insan için en değerli olan şeylerden birinin hatalarına gülüp geçebilmek olduğunu düşünüyorum. Bana karşı hiç yanlış bir hareketi olmadığını düşündüğüm bir insanın varlığı tanık olmasaydım imkansız gerebilirdi. Muhakkak sana kızdığım olmuştur ama merak etme öyle tatsız anlar şu an aklıma bile gelmiyor.
   Annemi bir gün bile görmediğimde yaşadığım vuslat özlemini aktarmak için envaiçeşit kelime düşünüyorum ancak karar veremiyorum. Geliştiğim yerin ebeveynlerimin kurduğu yuva olduğunu bilmek benim için yeter de artar bile. Bu sadece bizim evde tezahür ettiğini sandığım küçük bir iklim ve beni sımsıcak tutuyor. Annemi sevdiğimi söylemek benim için kesinlikle zor değil, ama annemi neden sevdiğimi söylemek çok zor. Başka bir ailede doğsaydım ailem ile aynı seviyede bir bağ kurabilir miydim bilmiyorum ve aslına bakarsanız bunu bilmek bile istemiyorum. Sadece annemi anlatamam, ama annemin benim düşünme şeklimi nasıl etkilediğini anlatabilirim. Kendimi anlatmadan annemi anlatamam. Eğer bu annemi tatmin etmiyorsa bilsin ki annemi anlatmadan da kendimi asla ama asla anlatamam. Şu an yollarda taşıdığım vücudun ve bu vücudun içinde gelişen kişinin kayda değer bir kısmını anneme borçluyum. Teşekkür ederim anne. Var olduğun için de, var olmama vesile olduğun için de minnettarım.

6 Mayıs 2025 Salı

Çalıkuşu

                                           Çalıkuşu

-Başlangıç-
  
  Tartışmayı seven bir insan olduğumu daha önce bir çok kez ifade etmiştim, ancak 
bir eser için daha önce yazılı bir eleştiri yapmadım. Ama bir eser deneyim eden bir
kişi olarak tabii ki değinmek istediğim bir çift şey var.
   Öncelikle Çalıkuşu'nun hikayesinden giriş yapacağım. En nihayetinde 1911'de ilk 
kez başladığı, asıl tarzı olan tiyatro yazarlığından, roman haline getirdiği ilk kitabı
Çalıkuşu'nu yazarken günlükler yardımıyla geçmişe dönük anlatım şeklinde sık sık 
direkt diyalog tekniğinden yararlandığını görüyoruz. Yaşadığı dönemin ideallerine
ışık tutan bir  ''kadın öğretmen'' algısı yerleştirmesi, fiziksel güzelliğin nazik bir zihinde
nasıl dedikodu konusuna dönüşüp kişiyi yıpratabileceğinden olağanüstü şekilde
bahsetmiştir. 
   Benim fikrimce yazar hem ana karakterimiz Feride'yi bir karaktere  bağlamak, 
hem de kimseye bağlanmamasını istiyor. Bunun kurgusunu Feride'ye dayanacak pek
insan bırakmayarak yapıyor. Kamuran tarafından gördüğü ihanetten, Hayrullah Bey
ile tanışana kadar  olan kısım içerisinde hep etrafındaki kişilere rağmen Feride'yi yalnız
buluyoruz. Ona olgunluk katacak olaylar ile karşılaşıyor. Eski ''Çalıkuşu'' lakabı onu
pek rahatsız etmezken yeni gittiği yerlerde ona önyargı ile takılan ''İpekböceği ve
Gülbeşeker'' isimlerinin ne kadar asılsızca ve arlanmazca olduğunu fark ediyoruz. 
Burada da bir toplum eleştirisinden söz edebiliriz. Eserin güçlü yanlarından biri de
karakterimizin psikolojisine odaklanıyormuş gibi görünmesine rağmen asıl ele aldığı
şeyin bizler olmasıdır. Sıkça aşağılanmalarla ve eserin devamına iftiralarla karşı 
karşıya kalan Feride üzerinden aslında ne kadar acımasız bir sosyal hiyerarşi 
içerisinde var olduğumuz belirtiliyor. 

-Sevdiğim Bir Kaç Yer-

  İşlerin kızıştığı önemli yerlerden, özellikle beni etkileyen yönlerinden bahsetmem de
gerek elbette. Öncelikle Kamuran'ın mektuplarında kullandığı dile ağır bir şekilde
gönderme yaparak net bir şekilde öfkesini belirttiği sahne aslında gözünün hiçbir şey
görmediğini, öfkenin sevdiğimiz bir insan üzerinde nasıl birikebildiğini vurguluyor.
İkinci olarak, Feride'nin Hayrullah Bey ile olan baba kız ilişkisinin, Hayrullah Bey'in
Kamuran'a gönderdiği mektup ile tamamlandığı sahneden önce Hayrullah Bey'in
Feride ile evlenmesini, ardından istemsizce evli bir kadın gibi hissederek Hayrullah 
Bey'in odasında beklemesi karakterin iç dünyasını detaylı bir şekilde anlatıyor. Bunun
devamında Hayrullah Bey'in mizacı ile oluşan mizahi ortam bu sahneyi gözlerimizin
önünde canlandırabilir derecede gerçek yapıyor. Bunun da Reşat Nuri Güntekin'in
önceden yaptığı tiyatro yazarlığı tecrübesinden kaynaklandığını düşünüyorum. En 
son olarak da Kamuran ve Feride'nin uzun zaman sonra buluştuğu sahnede Feride'nin
ısrarla Kamuran'a ''Gülbeşekeri seviyorum'' dedirtmek istemesiyle beraber yazarın
sevginin biçimini gayet güzel bir şekilde tasvir ettiğini görüyoruz. Aslında olduğundan
daha düşünmeye müsait olan bu kısımda Feride'nin lakabının Kamuran tarafından
bilinmemesi ve dolayısıyla neden Feride'nin böyle bir şeyi ısrar ettiğini bilmeden 
kabul etmesi, sevdiği kişiyi aslında ne kadar özlediğini bencil ama tatlı bir şekilde 
ağızından laf alarak göstermesi ve bunun Kamuran tarafından fark edilmemesi 
sayesinde serbestçe bunu isteyebilmesinden kaynaklanıyor. Her ne kadar ortaya 
koyduğu güçlü bir kadın karakteri olsa da, karşılaştığı ihanet nedeniyle ortaya 
koyduğu bir tavır olsa da Feride'nin sevdiği bir insan ile konuştuğunu ve her şeye
rağmen güzel anlar geçirmiş olmaları nedeniyle bu bağı özlediğini görüyoruz. Zaten
kitabın o civardaki bölümlerinde beraber rüzgar içinde yürüdükleri sahnede bile
aslında sinir bozucu olabilecek bir şeyden ne kadar eğlendiklerini görebiliyoruz.

-Munise'nin Ölümü-

    Şimdi ise beğendiğim kısımların yanında beni en çok etkileyen ve Çalıkuşu kitabını
okumak için bir sebep isteyen insanlara söyleyeceğim yer haline gelen bu kısımdır.
Feride'nin yalnızlığına süreli bir duraklama getiren bu karakter, Feride'nin canından
kıymetli bulduğu bu küçük kız karakterin hikayedeki yeri yaşından kat ve kat büyük.
İsminin anlamıyla örtüştüğünü düşündüğüm bir işleve sahip olan bu karakter -hayat 
yoldaşı- Feride'nin karakter gelişiminin had safhaya ulaşmasına vesile olmuştur. Ama
bu karakterin en önemli olan ölüm sahnesini sevmemin sebebi açıkça Feride'ye katkısı
olması değil. Bir insanın öldüğünü gördüm, ölmek nasıl bir şey bilmiyorum ama ölüm
nasıl bir şey az çok haberim var. O yüzden bundan korkmak herkesin en büyük hakkı.
Beni içine alan şey ise bu sefer bu ölümün betimlenişinin yazarın ölüm terimi hakkında
ne düşündüğüyle muhtemel entegre edilişidir. Ölüm her zaman bağırmak gibi olmuyor,
hissedilen ağrılar her zaman çatık kaşlarla anlatılmıyor, bazen hastane odasındaki dört
bir yana saçılmış tedavi aletlerinden anlaşılıyor durumun ağırlığı. Birini kaybetmenin
acısı bazen o kişiyi tüm nefesimizle geri çağırarak oluyor, bazense hayatta kalan bir
başkasına tutunma ihtiyacı duyuyoruz. Ne olursa olsun, seçimlerimiz doğrultusunda 
veya değil, hepimiz öleceğiz. Yazarın tam olarak bu cümleler hakkında bir kaç fikri
olduğuna hemfikirim. Bazen sadece yaşadığımızın farkında olmak için yaptığımız 
eylemler oluyor, yazar ise burada bunu eleştiriyor. Çılgınlık yapmaya zamanı olmadan
bir kelebeğin kanat çırpışından düşük seslerle solabiliyor bazen insanlar. Akşam güneş
batarken bazılarının kalp atışları onunla yarışıyor. Yatakta duran cansız beden adeta
Tanrı'nın bir şovu gibi görünüyor. ''Korkmayın, çünkü oğul, uşak, makam, şöhret neye
sahipseniz burada onun bir önemi kalmayacak.'' der gibi. Böyle olması iyi, çünkü 
düşmüş yüzlerdeki ahenk bir çırpıda anlaşılıyor. Var olmanın güzelliği var o odada.

-Son Eleştiri ve Bitiriş-

   Son kısmı kendime uygun şekilde bitirmek istiyorum. Zaten az çok bu bir eleştiri
olmaktan çıktı değil mi ? Bu kitapta değiştirmek istediğim tonlarca şey yok, bir kaç
diyaloğa eklemeler yapabilir, veya karakterlere eklemeler yaparak başka bir hikaye
kurgulardım. Ama işte bütünlüğü bozmanın karşılığında oluşturacağım hikayede
sadece bu romanda geçen karakterlerin var olması hikayeyi benim yapmazdı. Benim
düşüncem bu yönde, bir özgüven ve hırsım var. İlgim de olduğu için gördüklerim ve
bildiklerime göre kendi eserlerimi yaratmak isterim, -aynı düzeyde ses getirmese bile-
fakat bildiğim bir şey varsa o da yazılan şeylerin karmaşasıdır. Her eser, her kitap
yüzlerce farklı sayfadan oluşuyor. O sayfalar da binlerce farklı sayfalardan yazılıyor.
Demek istediğim şey kimsenin yazdığı şey başka herhangi bir eserle aynı olmayacak.
O yüzden eseri olduğu gibi kabullenerek, belki de yazarın istediği şekilde sevmediğimiz
karakterleri sevmememiz gerek. Hakikat ne olursa olsun bazı yönleriyle küçük kelime
grupları bile şekilden şekile girerek o esere karşı sahip olduğumuz vefayı oluşturuyor.

2 Mayıs 2025 Cuma

İLK MASALIN

                                    İLK MASALIN

''Evvel zaman içinde kalbur saman içinde yemyeşil bir orman varmış. Aslanından

geyiğine, kuşundan kurbağasına, akrebinden sansarına, sırtlanından zürafasına

çeşit çeşit hayvan bu ormanda yaşarmış. Ancak günlerden bir gün, bu ormanda

pembe bir timsah doğdu. Kendine özgü rengi onun avlanmasını zorlaştırıyordu,

aç kalan timsah zamanla diğer hayvanlara alay konusu oldu. Diğer hayvanların

davranışları nedeniyle tek başına yaşamak zorunda kalan timsah hep hüzünle 

doluydu. Ta ki çok tatlı küçük bir arkadaş edinene kadar, narin uçamayan bir kuş.

Kuş küçüktü ve ailesini kaybetmişti. Bu yüzden timsahın sırtına çıkıp kendince 

uçmayı denedi. Tekrar tekrar timsahın sırtından atlayarak pratik yaptı. Günden

güne uçma denemeleri yapan kuş bir gün timsahın ağızının içinde uyuya kaldı.

Açlıktan sersem olan timsahın gözü döndü ve bir hamlede kuşu kanatlarından

ısırdı. Arkadaşını hemen ağızının içinden çıkardı ama artık çok geçti. Arkadaşı,

küçük kuş asla bir daha uçamayacak şekilde damgalandı. Timsah, üzüntüsünden

ağlamak istedi ama göz yaşları kuruydu. Ağlamak için bir bataklığı kurutacak

kadar su içen timsah sonunda başardı ve bir dere yatağı oluşturacak kadar 

ağladı. Bir kere bile durmayı düşünmeden, tek sahip olduğu dostuna affedilemez

bir zarar verdiğini bilerek ağladı. Sular sel oldu, timsah durmadı. Timsah açtı,

dışlanmıştı ama onu seven biri vardı, neden böyle olduğunu anlamadı, neden

sürekli kendisinin başına böyle şeyler geldiğini bilmeden ağladı. Bir daha da 

bilemeyecek hale gelene kadar, kendi göz yaşlarında, uçamayan arkadaşını da

kendisiyle beraber boğacak kadar ağladı. Kimse o günden sonra timsah ve kuşu

bir daha görmedi ama timsahın göz yaşlarından oluşan dev su yatakları ormanı

olduğundan on kat belki de yüz kat bereketli bir yer haline getirdi. Çiçekler açtı,

böcekler toplandı, kışın soğuğuna göğüs geren meyveler yetişti ve hiç kimsenin 

aç kalmayacağı kesinleşene kadar binlerce ekin büyüdü. Etçili, otçulu, hepçili

hepsi beraber timsahın göz yaşlarından olan gölde buluştu. Beraber, neden 

yaşadığını bilmeden göçüp giden bir timsahın oluşturduğu güzelliğe hayran

kaldılar. Ancak hala var olsaydı timsah hayatlarının anlamının bir etki bırakmak,

bir hatıraya dönüşmekten ibaret olduğunu anlayabilirdi. Eğlendiler, güldüler,

sevindiler. Onlar da tüm bunlara sebep olan timsahın yanına zamanla gittiler.''




(Genç yaşta kalıtsal bir hastalığa yakalanıp yazar olma hayalinden mahrum kalan  

anonim bir çocuk için yazılmıştır. Pembe bir timsahının olmasını, diğer timsahlar 

tarafından dışlansa bile o pembe timsahla arkadaş olacağını söyleyen çocuk 

hastalığı nedeniyle 2006'da hayatını kaybetmiştir. Bir zamanlar var olduğun için

teşekkür ederiz.)


2025

  Hemen anlatmak istediğim şeyin içine girmek istemiyorum. Biraz soluk almanıza müsaade etmem gerek. Öncelikle 2025 hakkında genel bir şeyle...