27 Aralık 2024 Cuma

SEÇME HİKAYELER

 

                  ÖMER SEYFETTİN SEÇME HİKAYELER

                            -HİKAYELERİN HARİTALARI-

1-Hikaye adı: Yalnız Efe

Karakterler: Eseoğlu, Yörük, Mülazım, Askerler (efsanede adı geçen)
Mekan:  Dağ ve dağın yamacı
Zaman:  Belirsiz
Olay:  Köylülerin Eseoğlu'na karşı mücadelesi ve Yalnız Efe'nin hikayesinin kılavuz tarafından anlatılması.

2-Hikaye adı: Kaşağı
Karakterler:  Dadaruh, Pervin, İki küçük kardeş, İki kardeşin babası, Anne
Mekan:  Ahır, Ev
Zaman: Yaz mevsimi
Olay: Bir kaşağıyı kıran kardeşin suçu kardeşi Hasan'a atması ve özür dilemeye fırsat bulamadan kardeşini kaybetmesi.

3-Hikaye adı: And
Karakterler:  Mıstık, Anne, Ak Bey, Yüzbaşıoğlu, Küçük Hoca, Yardımcı Karakterler(mahalledeki diğer çocuklar vb.) 
Mekan:  Gönen'de bir mektep
Zaman: Bir perşembe günü
Olay:  Kanlarını içerek kan kardeşi olan çocukların birbirleri için kendilerinden feragat etmesi

4-Hikaye adı: Falaka
Karakterler: Anlatıcı, Kahya, Hoca, Kaymakam, Hakim Bey, Abdurrahman Çelebi (eşek)
Mekan:  Mektep, Ev
Zaman: Anlatıcının okul yılları
Olay: Devamlı olarak dayak yemelerine rağmen hınzır çocukların yaramazlıklar yapmaya devam etmesi

5-Hikaye adı: Gizli Mabed
Karakterler:  Ahmet, Süt Anne, Frenk, Sermet, Loti
Mekan:  Süt Anne'nin evi, Çamaşırhane
Zaman:  Belirsiz
Olay:  Frenk'in kaldığı leğenlerle dolu evin çatısında çamaşır sandıklarını ceviz tabutlar ve o çamaşırhaneyi bir mabed sanması

6-Hikaye adı: Diyet 
Karakterler:  Koca Ali Usta, Hakim, Budak Bey, Kasap Mehmet, Kent Subaşıları
Mekan:  Camii, Dükkan, Kasaba
Zaman: Osmanlı yılları
Olay:  Hırsızlık iftirası atılan Koca Ali'nin Hacı Mehmet'e ömür boyu hizmetçilik yapmaktansa kendi kolunu kesip kayıplara karışması

7-Hikaye adı: Nadan
Karakterler:  Padişah, Köse Vezir, Eşek Hasan
Mekan:  Topkapı Sarayı
Zaman: Osmanlı yılları
Olay:  Ordu içinde çatışmalar çıkmaya başlandığı ve yeniçerilerin sorunlar meydana getirdiği bir dönemde padişahın Köse Vezir'e sadrazamlık teklif etmesine karşı artık ordu işleriyle uğraşmak istemediğini söyleyen Köse Vezir'in teklifi reddedip Eşek Hasanla bir hücreye kapatılması

8-Hikaye adı: Teselli
Karakterler:  İskender Paşa, Fazıl, Padişah 
Mekan: Konak
Zaman:  Osmanlı yılları
Olay:  Korumakla yükümlü olduğu Erciş ve Ahlat'ı düşmana kaybeden İskender Paşa'nın öldürüleceğini düşündüğü, hüzünlü geçen günlerinin padişahtan gelen altın kılıç hediyesiyle değişmesi

9-Hikaye adı: Fon Sadriştayn'ın Karısı
Karakterler:  Sedrettin (Fon Sadriştayn), Serçe Pehlivan, Fon Sadriştayn'ın karısı
Mekan:  Tarabya, Vapur
Zaman:  Belirsiz
Olay: Kendine ve lüksüne düşkün bir Türk kadınla evlenen adamın daha sonra Alman kadınlarının tutumluluğunu fark etmesi

10-Hikaye adı: Fon Sadriştayn'ın Oğlu
Karakterler: Sedrettin (Fon Sadriştayn), Lida (Madam Sadriştayn), Fon Sadriştayn'ın oğlu
Mekan: Ev, Sokak
Zaman: Belirsiz
Olay:  İyi eş olan Almanların çocuk yetiştirmede bir o kadar iyi olmamasından dolayı Fon Sadriştayn'ın oğlunun kendi kültürüne uzak ve yersiz hareketlerde bulunan arlanmaz bir evlada dönüşmesi

11-Hikaye adı: Perili Köşk
Karakterler: Bekçi, Hacı Niyazi, Sermet Bey
Mekan:  Köşk
Zaman:  Geçmiş yıllar
Olay:  Israrla alınan evde peri olduğuna inandırmaya çalışan  Hacı Niyazi'nin, yakalandıktan sonra ceza olarak köşkün 6 yıllık nakit parasının peşin alındığını söyleyen bir belge yazmaya zorlandırılması

12-Hikaye adı: Kurbağa Duası
Karakterler: Bahir Efendi, Edebiyat Muallimi (Anlatıcı)
Mekan:  Bektaşi Tekkesi
Zaman:  Yaz mevsimi
Olay: Bektaşi Tekkesine sazlı sözlü bir eğlence için giden Anlatıcı ve din öğretmeni en yakın arkadaşı Bahir Efendi'nin eğlendikten sonra kurbağa seslerinden rahatsız olup nargilenin marpucu ile korkutması

13-Hikaye adı: Keramet
Karakterler: Köylüler, Çiroz Ahmet
Mekan:  Köy, Türbe
Zaman:  Osmanlı yılları
Olay: Yangını fırsat bilen Çiroz Ahmet'in türbedeki eşyaları bir sandığa yükleyip çalması


14-Hikaye adı: Yüzakı
Karakterler: Hakkı Efendi, Müftü Efendi, Mehmet Efendi
Mekan:  İş yeri, Ev
Zaman:  Belirsiz
Olay:  Varlıklı ama sürekli başkaları tarafından emanetine ihanet edilen biri olduğu için kimseye güvenmeyen Mehmet Efendi'nin bir gün Müftü Efendi aracılığıyla çobanla tanışması, işini iyi yapmasına rağmen kısır koyunları çiftleştiremeyen çobanın doğruyu söylemesine rağmen azar işitmesi


15-Hikaye adı: Mermer Tezgahı
Karakterler: Cabi Efendi, Marangoz Ali
Mekan: Üsküdar
Zaman:  Belirsiz
Olay:  Cabi Efendi'nin bir kuzu ile kafasını meşgul ettiği marangozun kendi mermer tezgahını kırmasına sebep olması


16-Hikaye adı:  Rüşvet
Karakterler: Avukat Hacı Namık Efendi, Ali Hoca
Mekan:  Ofis, Bozoyük köyü
Zaman: Belirsiz
Olay:  Haksız bir davayı kazanmak için koç göndermek isteyen Ali Hoca'nın bunun işe yaramayacağını öğrenince koçu hasmı Huysuzoğlu adına göndermesi


17-Hikaye adı: Yüksek Ökçeler
Karakterler: Hatice Hanım, Eleni, Gülter, Aşçı Mehmet
Mekan:  Bir köy 
Zaman: Belirsiz
Olay:  Ona zararı olduğu için yüksek topuklu ayakkabı giymeyi bırakan Hatice Hanım'ın artık adımlarının sesinin duyulmaması nedeniyle çalışanlarının ahlaksızlıklarına tanık olduktan sonra onları kovması ve bir daha bunu görmemek için sağlığına zararı olmasına rağmen yüksek ölçekli ayakkabılardan başka bir ayakkabı giymemesi

18 Aralık 2024 Çarşamba

ÇATI

                                KURUYAN ELMALAR 

Önceden söyleyeyim, bu tek bir anı değil. İlk seferden sonra yavaş yavaş belli bir 

süre için günlük aktiviteye dönüşmüş bir olaydan bahsedeceğim. Pek uzun 

zamandır  yaşadım diyemeyeceğim 15 yılın zaten hepi topu 7-8 yılını doğru 

dürüst hatırladığım  için benim için değiştim diyebileceğim ya da bir anı olarak 

sayabileceğim hayatımın en hoş haftalarını yazıyorum. Dedemler Bulgaristan 

göçmeni olduğundan bizi de  belli bir yaştan sonra yılın sıcak zamanları geldiğinde 

kendi büyüdükleri yer olan ''Visoka Polyana'ya (Yeni Köy)'' götürmek istediler. Adı 

üstünde köy olduğu için ve ben ilk gittiğimde kendim kadar küçük bir yeri 

muhtemelen anımsayamayacağım  için ilk gittiğim zamanı hatırlamıyorum. Benim 

hatırladığım günler genellikle kızartıcı bir güneş dolayısıyla kimsenin dışarı 

çıkmadığı, müren balığı gibi halsizlikten ayağa kalkamadığım öğlen saatleri oluyor. 

Bunun dışında ilk defa gördüğüm siyah bir  yılanı  -sanıyorum ki Eskülap yılanı 

çünkü Avrupa'da en yaygın görülen yılan o-  devasa bir kurtçuğa benzettiğim için 

ailemde alay konusu olan bir anıya da sahibim ama buraya bile yazmama rağmen 

yaşanmamış kabul ediyorum. İşte böyle geçen günlerimin yanında bir de hiç 

bitmeyen akşam saatleri var. Kırsal bir bölge olduğu ve ormanlık bölgede olduğu 

için sabahların tam zıttı şekilde geçen soğuk gecelere varamamış ama o yönde

ilerleyen ne sıcak ne soğuk akşam saatlerinde genelde herkes çarşı içinde oyunlar

oynuyor olurdu. Büyüğü, küçüğü, yaşlısı, fakiri demeden herkesin eğlendiği o 

saatlerde çarşı içine çıkabilecek kadar büyük olmadığım ve bisiklette süremediğim

için eve mahkumdum. Hiç gitmediğim o akşam muhabbetlerini eve geldiklerinde

abim ve dedemden dinlerken bile o kadar eğleniyordum ki bir kere bile oraya 

gidebilmeyi hayal etmek benim için tam o uyanmadan önce görülen güzeller güzeli

rüya gibiydi. Tabii ben ne uyuyor olduğum için ne de eğleniyor olduğum için 

kendime gözlerim  açıkken eğlenebileceğim bir şey bulmam gerekiyordu. Yanlış

anlaşılmak istemem eğlenmiyor değildim, benim eğlencem hayal etmekti ama 

hayal etmenin gerçekten uzaklaştıran, o bilinmeyen gerçeğin  daha da acı verici ve 

ulaşılmaz bir yere geleceğini biliyordum. Hiç yaşanmamış bir nostalji gibi belki 

o yüzden bu yazılarım çünkü oraya hiç gitmedim ama belki de gitmediğim için

aklımda daha güzel bir yer edindiler. Ben o saatlerde genelde ya evde hala bizzat

keşfetmediğim bölgeleri gezerdim. Bazen üstü toz kaplamış albümleri inceler, 

anneannemin demlediği çayı içer dergiler okurdum. Bir güne kadar tabii, artık 

kendimi dışarıya atmak için fırsat aradığım bu günlerin bitişi beni bu boş boş 

dolaşmalara sürüklemiş dedemle geldi. Dedeme kızgın değildim çünkü gittiğimiz

köy ve dinlediğim hikayeleri kendi kafamda canlandırmak bile o sıkıntıya değerdi

ama şimdi düşününce en eğlendiğim zaman ağustos sonuna doğru, eve dönüş

hazırlıklarının başladığı dönemdi. Trajikomiktir ki o zaman döneceğimiz için değil

başka bir şey için mutluydum. Hayatımın en güzel ağustosu benim için yine aynı

sabaha uyanmamla başladı. Camla kaplı camekânın yanında bir kapı ve bir iki 

küçük merdivenin hemen ardında yatay bir duvarla devam eden dış tarafta duran

kızıl bir kapı vardı. Camekân hem yağmur hem güneş için şahane bir manzara 

verdiğinden kahvaltı da akşam yemeği de orada yenirdi, gardırop kadar büyük 

kiler benzeri bir ayakkabılığın ilerisinde içeri odaların camının önüne denk gelen

bir masa ve dört sandalye vardı, hayal etmesi zor ise sadece hayal ettiğinizden 

daha büyük bir yer düşünün çünkü gerçekten büyük bir yer orası. Çamaşır 

makinesi  ve bulaşık makinesinin de evin iç tarafına geçen kapının yanında 

olduğunu  yazdığım an hayal etmesinin daha da zor olacağını biliyorum çünkü bol 

kapı ve  pencereli bir yerdir orası. Bol da sivri sinekli ama kötü bir yanını anmamayı

tercih edeceğim. Neyse, sadede gelelim Aynı sabaha uyandım sanırken bu sefer 

anneannemi o dört sandalyeli  masaya çeşit çeşit meyveleri bezler içinde sararken 

gördüm. Ne için olduklarını sorduğumda bana takılmak için meyvelerin ağustosta

uyuduğunu söyledi. Hoşuma gittiği için o günlere meyvelerin uyuduğu gün demeyi

alışkanlık edinmiştim o zaman. İşin özü meyvelerin kurutulup bırakıldıktan sonra 

gidiş zamanı toplanıp kışa hazır hale getirilmesiydi tabii ki. E malum anneannem

ne yapsa bana bir etkinlik gibi göründüğü için nasıl bir anda kuruduklarını sordum.

Bana dışarıda garajın düz taş çatısına merdiven dayayarak çıkıp elmalar seren 

dedemi gösterdi. Heyecandan bir kelime bile etmede dışarı fırlayıp merdivenin 

 altına geldim. Dedemin yukarıdan gülümseyip ilk çıkışım olduğundan merdiveni

sıkı bir şekilde tutmasıyla ben de yukarıdaydım. Yalan söyleyemeyeceğim, oradan

etrafı gördüğümde büyülenmiştim, garaj ve kaldığımız ev arasında küçük bir bahçe

vardı. Bahçenin arka tarafında ise eski uzun bir sera benzeri yapı vardı muhtemelen

dedemin dedelerinin ilk kaldığı yer orasıydı, -dedem daha sonradan orayı da tamir

etti şu anda orası da rahatça yaşanabilecek bir ev-  devamındaysa yukarıdan 

bakınca daha da masaldan taze çıkmış gibi duran dev bir arsa vardı, tamamen 

malzemelerle ekildiği ve hep aynı sırayla güneşin geleceği yere göre ekildiğinden

hala nerede ne ekili sayabilirim. En solda düz şekilde ahududu, sağda çilek, havuç

ve sivri biberler yatay bir şekilde dizili, biraz uzakta reyhan ve lavanta, şeftali 

ağacının altında duruyordu. İleri gittikçe soğan, sarımsak, patlıcan, salatalık ve 

domates varken komşu binanın sınırındaysa balkabakları, karpuzlar ve kavunlar...

Saymakla bitmeyen dikey ekilmiş mısırlar, arkasında armut ve elma ağaçları vardı.

diğer binanın dış kısmına denk gelecek şekilde gölge alan kısımda brokoli, roka, 

ıspanak, turp, pancar, bezelye ve yaban havucu. Lalelerin yanında ayçiçekleri ve

yanında leylaklar, sümbüller. Zambakların uzağında bir kayısı ağacı vardı, az meyve

verdiği için yıllar sonra kesildi. En uzaktaysa bahçenin madencileri dediğimiz 

patatesler, tabii onları çok seven yer oburlarından (köstebek) korunmaları için de 

düdüklü rüzgarla çalışan el yapımı bir sistem vardı. Dedem onları büyütürken 

fasulyeye fasulyeden fazla bağlanılabileceğini fark ettim. Belki de bu yüzden 

dedem oradaki hiçbir cana zarar gelmemesi için o devasa bahçeye bir ad koymuştu,

''Yasak''.  Yasak falan değildi, sadece orada uyuyan biberi de beni de onun 

büyüttüğünün farkına varmamızı istiyordu. Yukarıdan elmaları kuruturken dedemle

bitmeyen sohbetler dönerdi, yağmur ağustosta küserdi o ormanlara pek yağmazdı.

 O yüzden güneşi bir doğarken bir de batarken görürdüm.  Onlar bisiklete binerken,

merak ettiğim konuşmalara ortak olurken ben elma kurutuyordum bir çatıda 

dedemle. Kızartıcı güneşin altında o bez öyle bir ısınırdı ki sanki çırılçıplak kızgın

betona oturur gibi olurduk. Ama gizlice kaçırıp mideye indirdiğim minik kayıplara

karışan elma parçaları olsun, öğrendiğim veya öğrenmemeyi isteyeceğim her şey 

olsun hayatımın en güzel ağustosu o çatının üstünde elma kuruturken geçti. Hep

güzel değildi, elmalarla birlikte biz de kururduk ama ben o çatıya çıktıktan sonra

kurumaya da razıydım. Benim yaşımdaki herkes o bisikletlere binip giderdi sabah, 

akşam. Ama yukarıdan bakınca sanki bu dünyadan gidip bin evreni dolaşan ben,

bitmeyecek tecrübeleri bir günde öğrenen ben, her gün güneşin ne güzel doğup

battığını ve bulutların arasından nasıl da gecenin sözlüsüymüş gibi cilve yaptığını

gören bendim. Şöyle demeyi seçeceğim o günlere: Elmaları kurutan bendim.





13 Aralık 2024 Cuma

SEZAİ KARAKOÇ'TAN ÇOCUKLUĞUMUZ

  


                                   İNANMANIN YÜKÜ

''Annemin bana öğrettiği ilk kelime''

''Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde'' 


Diye başlıyor Sezai Karakoç şiire. Benimsediğinizde mutluluğunuzun garanti 

olacağı  bir yaklaşım değil bu, ilk öğrendiği şeyin zaten hak ve ''Hak'' olduğunu 

söylüyor.   Böylesine inanmayı, günahını bilmeyi annesinden -en yakınındaki 

insanlardan-  ve nice gençlik yıllarında öğrendiğinden bahsediyor. Devamıysa 

daha da manalı demek doğru olur.


''Annem bana gülü şöyle öğretti''

''Gül, O'nun, sonsuz iyilik güneşinin teriydi''


Belki burada zarafeti dininde bulduğunu söyler deyip geçebilirdik ama sanki bunun

ötesinde bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Gül bile mesela, o gül bile yolladığı elçiler 

gibi doğruydu, O'nun iyiliğini anlatmaya yeterdi diyor sanki şair.



''Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus''

''Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus''


İşte aşina olduğumuz bir ad, en azından Anadolu'dan biri olarak duyduğumuz biri

var. Yunus Emre diyor şair, annem de hüznünü Allah'a saklayan Yunus gibi ağlardı

gizliden diyor. Sınavının bu olduğunu bilirmiş gibi sanki gökyüzü de koyulaşırdı 

destek çıkardı Yunus'a ve annesine. Koyulaşırdı, ağaçlardaki akşamdan kalma sular

bir bir damlardı yıkılıp giden eski acılar gibi. Ağaçlarda bunun yasındaydı.


''Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde''

''Binmiş gelirdi Ali bir kırata''

''Ali ve at kurtarırdı bizi darağacından''

''Asya'da, Afrika'da, geçmişte gelecekte''

''Biz o atın tozuna kapanıp ağlardık''

''Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü''


O bütün gün annesiyle geçirdiği akşamların ardından gelen geceler, babasının mert

mevcudiyeti Hz. Ali'nin cesaretine benzermiş. Belki şair büyümede yol almış, belki 

de küçücük oğlu için babası bir destan yazıp gelmiş gibi duruyor karla kaplı kapının

önünde. Ama benim yorumum farklı, Asya olsun Afrika olsun, artık sadece şairin

babası değil o ''Ali''. Ali bambaşka bir adam olmuş, artık umut saçacak kime yardım

gerekiyorsa, artık ''ben'' demiyor çünkü şair, ''biz'' diyor. Hepimizi kurtaracak bu 

Hazreti Ali gibi adam diyor. Ali lazım diyor. Şöyle korkusuz, yiğit bir inançlı lazım.

Küçücük yıldızlardaki anlamın büyümesini, atın heybetli duruşuna duyulan saygı

ile ağladıklarını söyler.  Güneş gibi ay gibi şeyler artık küçük gelir ona, o yıldız gibi

parıldayan Ali'leri görür çünkü artık.


''Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü''

''Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman''

''Ali olmaktan bir sedef her çocukta''

''Babam lambanın ışığında okurdu''

''Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık''

''Fetihlerde bayram yapardık''

''İslam bir sevinçti kaplardı içimizi''


Artık her yerde Ali'ler var şair için. Arkadaş ortamında bile herkes Ali olabilmek,

babalarının anlattığı hikayelerdeki Ali'leri artık babaları gibi değil kendileri gibi

görebilmek istiyor. ''Ali olmaktan'' diyor şair. Ali gibi davranmanın bile ağırlığı sedef

ise diyor şair. Ali kim bilir nelerle savaşıyor. İslam ile bağlanmayı anlatıyor, her

mümin için ağladıklarını, her var olan mümin için sevindiklerini anlatıyor. Bitmek

bilmeyen enerjilerini ve duygularını sımsıkı sarıldığı diniyle ilişkilendiriyor.



''Peygamberimizin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık''

''Bedir'i, Hayber'i, Mekke'yi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık''

''Mekke'nin derin kuyularından iniltisi gelirdi''



Gençliğindeki inançlarından ötürü onların birer küçük sahabe gibi gitmedikleri

Mekke gibi şehirlere bile özlem duyduklarını söylüyor. Gitse bile, öyle bir mucize

gerçekleşse bile, sabaha kadar gözüne uyku girmeyeceğini söylüyor. Uykusuz o

gecelerde, o düşünceli gecelerde sessizlikten Mekke'deki kuyuların suyunu bile 

duyardık diyor şair.



''Kediler mangalın altında uyurdu''

''Biz küllenmiş ekmeklerden yerdik razı''

''İnanmış adamların övüncüyle''

''Sabırla beklerdik geceleri''



Bu kıtadaysa hüzün var. Şair her şeyin yok olup gitmiş olduğunu söylemeden önce 

sona bir kez güzel günlerinden şeyler anlatıyor. Hayatını İslam'a adamış bir adam 

olan Sezai Karakoç bu kıtada bütün şiirlerinde söyleyip durduğu dinin güzelliklerini

bir arada toplayıp son ağıtını yakacak gibi topluyor bizleri, o günleri görmemişlere,

küçük çocuklara ya da artık zaman algısını yitirmiş, yılları akıp geçmiş ihtiyarları

alıyor. Cahilleri de bilginleri de bu son kıtayı yazmadan önceki mısralarına çekiyor.

Güzel olmasa bile külden ekmekler yemek, ''yerdik'' diyor. O zamanlar bize o bile

güzeldi diye yakınıyor.



''Şimdi hiç birinden eser yok''

''Gitti o geceler, o cenk kitapları''

''Dağıldı kalelerin önündeki askerler''

''Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi''



İşte gerçek ! Şair tüm sanki tüm anlattıklarında güzel günleri yazmışta son satırlara

gelen okuyucuya kızmış gibi bitiriyor şiirini. ''İyi ettin de geldin, al o çok istediğin 

gerçek !'' der gibi. Bu şiirle çocuk olmayı öğretiyor şair, hayal kurmayı, inanmayı

sevmeyi, üzülmeyi, gülmeyi... Çocukluğunu tekrar hatırlatmak ve unutmayın bunları

dirayetinizi kaybetmeyin ki inanmak bile zor gelmesin size demek istiyor. Evet şair

geçmişten bahsediyor. Çünkü Sezai Karakoç tarihi şahısları (Hz Ali gibi) şiirlerinde

anmayı seven biri. Direnen bir adam dersek doğru olacaktır, gerekirse kapı kapı

dolaşıp umudunu yitirenlere sanki kendisi hiç kaybetmiyor gibi umut aşılayacak

bir adam. İnanan bir adam çünkü, inanmanın bilincinde bir adamdan bahsediyoruz.

Dosdoğru inanabilmeyi başaran, günahının da sevabının da farkında olan bir adam.

İnanmanın zorluğuna katlanabilen bir adam Sezai Karakoç. Belki biraz hayranlık 

duyduğumdan belki de biraz imrendiğimdendir bilinmez ama anlatmak için onu

seçmemin sebeplerinden biri de mutlaka inanmanın yükü altında ezilmeyecek bir

yapıya sahip olmasıdır. ''Gör akan o yaşları'' demek ister gibi bir tavırla sevincinin

yanında hüsranını da yazmış. Tek ağlayan sen değilsin ama duru gibi inanan benim 

diyor yüzümüze.





5 Aralık 2024 Perşembe

HABER YAZISI

              

                          DEĞERLENDİRME VE ÖZET 

"Acemi olarak Mustafa Elmas Arıcı Anadolu Lisesi'nde yaptığımız anketin sonuçlarının ve değerlendirmesinin üstünkörü yapılacağı haber yazısıdır"


Öncelikle sorduğumuz ilk soru olan soruya yakın bir oranla öğrencilerin çoğu geçmişe gitmek isteyeceğini söyledi. Bunun sebeplerinden en büyüğünün maddi sağlıklarını düz ve kolay bir yoldan iyileştirmek istediklerini düşünüyorum. Tabii soruda özellikle belirtilmediği için daha açık bir düşünme alanına olanak sağlandı. Bazıları cumhuriyetin Türkiye'de ilanı gibi dönemleri düşünerek geçmişe gitmeyi isterken bazılarıysa Roma'nın ilk olimpiyatları gibi etkinlikleri izlemek için geçmişe gitmeyi tercih etmiş olabilir. Gelecek içinse daha basit bir şekilde böyle kişilerin yarınlar için daha heyecanlı insanlar olduklarını söyleyebiliriz. Karamsar düşünecek olursak aceleci ve şu anki durumlarından memnun olmayan kişiler olduklarını söyleyebiliriz. Sorulan diğer soruda da dijital ortama yakınlaşılmasından dolayı sanat ve astronomiden uzaklaşılması düşüncesi olasıdır. Görsel ve yazılı öğrenim yollarının tercih edilmesi de sanal ortamın erişiminin gelişmesiyle ilişkilendirilebilir. Sınıf ortamına verilen puanın yüksek oranla 3 üzerinden 2 olması da kayda değer bir memnuniyet sorunun olmadığının ifadesidir. Ankette çözülmesi gereken en büyük sorun çoğu kişinin parayı, saygınlık ve hayallerine tercih etmesidir. Bu ileride parayla bile mutlu olmayı başaramayan bir neslin tohumlarını ekmektir. Öğrencilerin motive olmasına vesile olan öğretmenler içinse sayısal bölümünün ve dil bölümünün  öğretmenleri daha çok tercih edilmiştir. Bunun sebebinin öğrencilerin seçtiği bölümler dolayısıyla olduğunu düşünebiliriz. Daha fazla sayısal bölüm okuyan öğrencinin bulunması daha fazla sayısal bölüm öğretmeniyle denk gelen ve onlardan ders alan öğrenci sayısı demektir. Bu da sözel seçen öğrencilerin çoğunun daha bölümü belirli olmayan öğrenciler diye ifade edebiliriz. Süper güç seçiminde ise genel olarak beklenen sonuçlar ile karşılaşıldı, ancak uçmanın az seçilmesi şaşırtıcı bir sonuçtur. Tekdüze olmasına rağmen özgür bir bakış açısı kazandırması seçilme oranını arttırabilirdi. Bunun yanı sıra görünmezlik ve zihin okumanın çok seçilmesi insanlar arasında minimal de olsa bilinçaltında saklı bir güven sorununun habercisidir. Ulaşım koşullarının az bir değerle problem olarak görülmesi okulun başarılı bir öğrenci taşıma sistemine sahip olduğunu anlatırken ders saatlerinden şikayetçi olan insanlar kısmen haklıdır. Ne kadar prosedür de olsa da bir insanın günde 6 saatten fazla oturması sağlıksal ve psikolojik açıdan zararlıdır. Aktivite yetersizliğinin sorun olarak görülmesinin en temel çözümü bu kişilerin zevklerine göre olmayan etkinliklere de katılıp eğlenmeleridir. Bu şekilde hem bir hobi, uğraş edinebilir hem de dezavantaj olarak görülen bir şeyi kendi lehine çevirebilirler. Bunu bazen bildikleri şeyi yaparak değil, bilmedikleri bir şeyi öğrenerek yaparlarsa hayal gücü ve yaratıcılıkları da güçlenir.


Sorulan Sorular

1-Geçmişe mi gitmek istersiniz geleceğe mi ?

2- Hangi dersin programa eklenmesini istersiniz ?

3- Hangi öğrenme yolunu tercih edersiniz ?

4- Sagopa mı Ceza mı ? (Yazıya dahil edilmemiştir)

5- Sınıf ortamınızı 3 üzerinden kaç puan verirsiniz ?

6- Meslek seçiminizi etkileyecek en büyük faktör nedir ?

7- Hangi alanın öğretmeni sizi daha çok motive eder ?

8- Bir süper gücünüz olsa ne olmasını isterdiniz ?

9- Üniversite okumak istediğiniz şehir neresidir ? (Yazıya dahil edilmemiştir)

10-Okulunuzdaki en şikayetçi olduğunuz durum nedir?




2025

  Hemen anlatmak istediğim şeyin içine girmek istemiyorum. Biraz soluk almanıza müsaade etmem gerek. Öncelikle 2025 hakkında genel bir şeyle...