25 Ekim 2024 Cuma

Benden Bana, Sonra da Sana

                      Benden Bana, Sonra da Sana

Ben bugün öleceğime yarın ölürüm. Ne diye atacakmışım kendimi kara toprağın altına bu yaşta ? 

Peki ya siz ? Senin dediğine artık öğüt denebilir mi ? Kibrin bilgilerini kirletmiş, öfkene bürünüp

yıkanmışlar. Senin için yarın bile ölmem ! Sana öleceğime semaya döndüm. Kalbin bile ağman,

ruhum taahhüt der senin ders dediğine. Boşuna mı diyor Tevfik Fikret, ''Gönlüm harab, cism-i  

nizârım kadar harab'' diye ? Ne bu çektiğim katır muamelesi ? Ne bu genç yaşımda üzerimdeki

ağırlık ? Kim kesti ellerimi ? Sanki bir kelimemi yazarken diğeri ölüyor. Ben bile benden yavaş

yavaş uzaklaşıyor. Göremeyecek kadar kördüm belki, belki de fazla bakmaktan göremedim.

Peki ya sen ? Sen de mi körsün ? Gök kubbe için son bir kazak biçtim kesilen iliklerimden.

Kendine dizgin tak, hem sağırsın hem de kör. Sergi zamanı geldi, ne yapsaydım ? Senin gibi

günahlarımı bir kenara atmam ben ! En pis günahlarımdan kendime bir kazak ördüm. Allah'ım

önce giydiğim günahları görsün utanmadan, sonra da olduğum insanı bıkmadan, usanmadan.

Saat olmuş zaten gecenin biri, bu saatten sonra atlasam bile kim tutar ki beni ? Ne olmuş biraz

bencilsem ? Ne olmuş kurabiyemin yarısını sana vermemişsem ? Bu seferlik bencil olayım işte, 

şarkı söyleyin bana, dizin mısraları yan yana bu benim son akşamım. Ama gidemem bilirsin, 

ben korkuyorum. Köstek ol gideceğim dersem. Yavaş yavaş sönüyorum, kendime dönüyorum.

Kim giydirdi bu beyaz çarşafı üzerime ? Her tarafı kırmızıya bulanacak şimdi. Sol başımda yalın

bir ağrı. Seçe seçe beni mi seçtin Tanrım ! Sanki bir sen geçiyor yine yanımdan. Buraya kadar 

gelmişiz bari sürükleyin beni şu sıkkın ağacın altına kadar. Orası iyi, orada dinleneceğim. Çok

canım yanıyor. Damarlarımdan şöyle ayazca bir akış. Ne zaman geldi bu kanımı donduran kış ?

Kim boyadı bu yerleri al al. Artık gereken tek şey son bir bakış. Biliyor musunuz bugün küçücük

bir böcek gördüm. Küçüktü, biraz işlevsizdi, biraz durgun. Etrafta dolandı durdu, yeri gelince durdu

Altı küçük bacak bir de garip kahve bir vücut. Vazolara bile girmeyecek kadar özgür çiçeklerle

kıyaslandığında sanki o bu dünyadan değil gibiydi. Peki ya ben ? Belki çirkindim, biraz küçük.

Onu da kendim gibi küçük sandım. Küçülttüm onu! Belki de o devasaydı ? Belki de gelmiş

geçmiş her şeyden daha büyüktü ? Her şeyin farkındaydı, ama gülemezdi, ağlayamazdı  ki o.

Parelerdi kendini bize dil dökmek için ama başaramazdı. Kim bilebilirdi ki ? Belki de ben 

küçüktüm o büyüktü. Özür dilerim böcek, özür dilerim. Cinsini bile bilmiyorum, özür dilerim.


17 Ekim 2024 Perşembe

MÜNAKAŞA

                                                         

                                                           MÜNAKAŞA

              Bize ait olan nehirler, ormanlar ve dağlar gibi güzellikler tabiatı yegane şekliyle bize

    anlatır. Kısıtlanmış, değiştirilmiş, didik didik incelenip varlığından uzak bir yapıya çekilmiş,

    sırf beğenilsin diye ayıklanmış sözde bahçelere benzemez. Yetiştirdiğin çiçeklere, bahçende 

    gezen böceklere ayıp edersin sen. Senin tarafından sulanmaya muhtaç kalan  bitkilere bu 

    dünyadan nefret ettirirsin. Bizim dağda gezmeye alışık ayaklarımız senin bahçelerine uymaz.

    Bizim ayaklarımız senin betonla içindeki değeri öldürdüğün yollarda soğur, kurur. 

             Mozaikte ararsın şefkati, duvardaki yakarışları anlayamazsın, gözünden nasıl da kolay 

   kaçar çinilerdeki yeşilliğin ağaçları yansıtışı... Sen sanatı ayıklamak sanırsın, geçen yılların

   getirdiği hazine sanırsın. Oysaki nasıl hoştur insanın ruhunu dolduran, güzelliği çağrıştıran

   sülüsler, emekle işlenmiş dokulardaki deneyimi hissetmek nasıl hissettirir insana, bir bilsen.

            Sen oradan oraya savrulan kelebekler gibi sahte beyaz kumaşlara bürünmüş insanları

    seyretmeye nasıl bayılırsın. Bizim içinse sert bir zeybeğin tek bir darbesi kırk semti inletir

     İstanbul'da,  genç insanların bile ellerini titretecek kadar kuvvetlidir o hakiki hareketler.

    Uğraş içinde olmasa bile hayran edecektir zaten bizi memleketimizin sahip olduğu değer.

              Küçücük notaların dev karmaşasını dinlerken müziğin hayattan olduğunu unutursun.

    Kara ahşaplı kentin üzüntüsünden bile daha güzel bir bestedir bizim için insanlarımızın acı

    kıvranışları, çünkü neticesinde acıyı yansıtır insan. Dert yanan anaların türküsüdür, bazen

    öyküsüdür.  Aslan gibi oğullarını şehit veren babaların geceleri mırıldanışıdır müziğin aslı.

             Taş heykellere bakar da güzelliği, yakışıklılığı zarafet sanırsın. Dosdoğru bir bel ve

    gerçeği saklayan bir dil hiç yakışır mı bu dünyaya ?Nasır tutmuş ellerin kıymetidir sanat.

    Halktan olmayan bir yüz, asla bir yüz gibi görünmez bize. Azim akmıyorsa alnından ne  

    işe yarar ki sırma saçlara sahip olmak, ne işe yarardı en pahalı kıyafetlerden giyebilmek ?

          İşte bu kültürde büyümüş insanlar olan bizler için Anadolu bir bütün olarak en güzel

    portre, en iyi yazılmış şiir, en yetenekli besteci tarafından kağıtlara dökülmüş bir parçadır.

    Üzerine bin söz söylenecek, ama asla hakkı ödenmeyecek insanlarla gelişmiş bu topluma

    sanat demek az bile kalacaktır. Anadolu dururken sanat arayışına çıkmasak bile aslında

    kafidir. İşte bu bizim farklılığımız. Anadolu'yu hak etmek bile bizim için bir lütuftur, saadettir.

              

2025

  Hemen anlatmak istediğim şeyin içine girmek istemiyorum. Biraz soluk almanıza müsaade etmem gerek. Öncelikle 2025 hakkında genel bir şeyle...